13 Ocak’ta İmralı’daki hak ihlallerine ilişkin hazırladığı yıllık raporu kamuoyuyla paylaşan Asrın Hukuk Bürosu,
müvekkilleri Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile Hamili Yıldırım, Veysi Aktaş ve Ömer Hayri Konar için hukukun bütünüyle ortadan kaldırıldığını vurgulamıştı.
Büro avukatlarından İbrahim Bilmez, tecrit ve açıkladıkları rapora ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
İmralı tecrit sistemini değerlendiren İbrahim Bilmez, açlık grevi direnişi sonucu 2019’da gerçekleşen bir kaç avukat ve aile görüşmesinin bir istisna olduğu esas olanın 2015 yılından bu yana yürürlükte olan mutlak tecrit politikası olduğunu belirtti
Önder Apo’nun Kürt sorunun demokratik temelde siyasi çözümüne yönelik çabalarını hatırlatan Bilmez,
“Bizzat kendisi İmralı konumunu ‘Halklar lehine demokratik çözüm ve barışı sağlama’ olarak belirlemiştir. İmralı tecrit koşullarına da bu amaç için dayandığını ve direndiğini belirtmektedir. Bu konumu halklar için kazan-kazan konumudur” dedi.
Ancak milliyetçi ve böl-yönet esasına dayalı Ortadoğu ulus devletler sistemini sürdürmek isteyen kapitalist güçlerin bunu kendi hegemonik çıkarlarına aykırı gördüğünü vurguladı
İmralı gerçeği ve yaşanan tecridin de bu zihniyetin ürünü olduğunu belirterek, “Demokratikleşmemede ısrar, olağanüstü hal tarzı yönetim tekniğini getirdi ve İmralı özgülünde ‘kriz yönetim merkezi’ adı altında başlayarak tüm Türkiye’ye yaygınlaştırıldı. Farklı olana özgürlük tanımayan, böylece kendi özgürlüğünü de yitiriyor” dedi.
Farklılıkları tanımayan ve dışlayan antidemokratik tekçi anayasa ve hukuk anlayışı nasıl İmralı gerçeğini yaratmışsa, çözümü de ancak çoğulcu demokratik bir anayasa ile gerçekleşebileceğini vurguladı
Önder Apo’nun bu konuda İspanya örneğini vererek orada Demokratik Anayasa İttifakı ile sorunların aşıldığını, Kürt sorunun da bu temelde bir demokrasi, demokratik hukuk ve demokratik anayasa sorunu olduğunu vurguladığını hatırlattı.
İlgili uluslararası kurumların genelde Türkiye’ye tavsiyelerde bulunmakla yetindiğini hatırlatan Bilmez, sınırlı da olsa yaptırım uygulama gücü olan Avrupa Konseyi, BM ve CPT gibi kurum ve kuruluşların çeşitli hesap ve belki kaygılarla bu etkilerini mümkün olduğunca kullanmamaya çalıştıklarını aktardı.
“Maalesef Türkiye’de gelip geçen hükümetler, bu en temel iç sorunu olan Kürt sorununu demokratik yöntemlerle çözmeye yanaşmadığı için sorunu kendi elleriyle uluslararası hale getiriyor. Uluslararası arenada devletler ise, bu çözümsüzlüğü Türkiye’ye karşı hep bir taviz kozu olarak kullanmayı tercih ediyor ve adeta zımni bir uzlaşma içinde Kürt sorununun çözümsüzlüğünden nemalanıyorlar. Kaybeden halklar, kazananlar ise böl-yönet politikalarının sahipleri oluyor.”